Krala Veda* romanının bir sayfasında, “Bir düşler mezarlığıdır yaşam” diyordu. Kendi yaşamımı böyle mi hatırlayacağım. Gözlerimi kapadım… Kimin yaşamı böyle değil ki…

Erich Fromm’un** dediği gibi Pazartesiden Pazartesiye belli olan hayatlarımızda anlam sorgulayacak zamanımız mı var? Düşlerimizin peşinden koşacak? Fakat Irvin Yalom*** da diyor ki: İnsan potansiyellerini inkâr ettiğinde, onları yerine getiremediğinde içinde bulunduğu durum suçluluktur. (…) her insanın doğuştan getirdiği bir kapasitesi ve potansiyeli vardır ve başlangıçta bu potansiyeller konusunda bilgisi vardır. (…)Eğer kişinin esas (doğuştan getirdiği ) özü inkar edilir ya da bastırılırsa kişi hastalanır, bazen açık bir şekilde bazen de gizli yollarla yapar bunu**… Bildik geliyor mu? Ve aynı kitabın önceki sayfalarında “Ölüm bize varoluşun ertelenemeyeceğini hatırlatır. Ve yaşamak için hala zaman var… Eğer bir insan kendi ölümüyle karşılaşacak ve hayatı “olasılık olanağı” olarak yaşayacak ve ölümün “başka bir olasılığın olanaksızlığı” olduğu bilecek kadar talihliyse yaşadığı sürece son ana- ama ancak son ana- kadar hayatını değiştirme olanağı olduğunu fark eder… ****

Kişinin yalnızca yüreğinin derinliklerinde varlığını sezinlediği girilen bu yol tarifsiz ve  kullanım kılavuzu da yok ne yazık ki… Bu durumda fark edilen gerçeklik ise, bilinen ama artık ait olmadığını hissettiğin bir yaşama ait olan alışkanlık ve davranışların, bilinmeyen bir yolun yanında daha güvenilir, istikrarlı olabileceği düşüncesiymiş. Bu biraz  küçük bir çocuğun anlayamadığı sebeplerle dayak yediği annesine sarılması gibi düşünülebilir sanırım.

Bu durumun açıklaması için de tüm yollarımın çıktığı, soruları ve yanıtları bulduğum, vazgeçilmez başucu kitabım Homeros’un İlyada’sına vardım:

Her şey Akhaların büyük kralı Agamemnon’un erkini ispatlamak için Akha ordularının en iyisi Akhilleus’un onur payını elinden alarak onu küçük düşürmesiyle başlar. Akhilleus ise büyük bir kin ve öfke içinde değerinin anlaşılması arzusuyla annesi Thetis’ten, Troyalılara yardım ederek, Akhaları zor durumda bırakması konusundaki dileğini Zeus’a iletmesini  ister. Askerleriyle savaştan çekilir. Bu yüzden nice Akha yiğitlerinin canı Hades’e gider. Bunlardan biri de can dostu Patroklos’tur. Değerinin anlaşılması arzusunun kendisi için böylesi büyük bir kayba neden olacağı aklına bile gelmemiştir. Onun ölümüyle onurunu ve öfkesini unutup can dostunun intikamını almak için savaş alanına döner.  Annesine söyle der:
“Anacığım Olympos’lu getirdi yerine dileğimi,
ama ne yararı var bunun bana
can yoldaşım Patroklos’um öldü”*****

Bu satırlar bana diyor ki  isteklerimizin, dileklerimizin bilinmeyen bedelini ödemeye hazır mıyız? Peki  ödeyeceğimiz bedele hazır olabilir miyiz?

Mozaik yapmayı tüm kalbimle istedim çünkü bin yıllar öncesinde mermer, çakıl taşı gibi doğal malzemelerin yanı sıra cam, seramik gibi materyalleri, küçük parçalara bölerek elde ettikleri renkli küplerle (tessera) resimler yapan insan usunun ürettiği eserler karşısında büyülendim, sözsüz kaldım.

Mozaik tekniğini 2005 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Hakan Daloğlu’ndan öğrendim. Sonrasında Çanakkale’ye özgü mozaik eserler üretebilmek amacı ile antik vazo resimlerinde betimlenen Troya efsanelerini mozaik panolar olarak deneme çalışmalarına başladım. İki soru üretim sürecimi yavaşlattı. Birincisi sipariş üzerine yapılmayan mozaik panolar ne şekilde saklanmalı ve korunmalı; Diğeri ise vazo resimlerinde ve mozaik panolarda betimlenen Troya mitinden sahneler bilinip anlaşılıyor muydu? Ya da Troya miti neydi?

İlk sorunun yanıtı daha derinlenmiş bilgiye sahip olmaktan geçiyordu. Mozaik tekniğinin uygulama alanları, tarihsel süreçleri hakkında yöntemsel bir bilgiye sahip olabilmek amacıyla Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim dalında başladığım Yüksek Lisans eğitimimi “Anadolu’da Erken Bizans Dönemi Figürlü Zemin Mozaikleri” başlıklı tez ile 2011 yılında tamamladım. Orta Bizans döneminde yapılmaya başlanan mozaik ikonaların M.S. 12. yüzyılda kişisel taşınabilir ikonalara dönüşümünden çok etkilenerek üretimlerimi küçük boyutlu taşınabilir mozaik portreler ile sınırlandırdım. Sınırların yaratıcılığın anahtarı olduğu düşüncesinden hareket ederek, mozaik tekniğiyle yapılmış portrelerde duyguların ne ölçüde betimlenebileceğini görmeyi amaçladım. Ürettiğim portrelerin mozaikler gibi dayanıklı, zaman içinde yok olmayacak bir malzeme ile sergilenmesi üzerine kafa yorarken seramik tabaklar aklıma geldi. Prehistorya’da yüksek ısıda piştiği için doğada yok olmayan seramik buluntuların tarihlemedeki önemini, Troya antik kentinin ilk çömlekçi çarkının kullanıldığı yerleşimlerden biri olduğunu ve yaşadığım kentin (Çanakkale) adını seramik çanak çömlekten aldığını anımsayınca bu fikir çok heyecanlandırdı. Sonuç olarak ürettiğim taşınabilir mozaik portreleri seramik tabaklarla buluşturdum.

İkinci sorunun yanıtını ise kendimce şöyle yanıtladım: Bir kültüre ait halk tarafından da bilinen üzerinde uzlaşılmış bilgiler, o kültüre sahip insanlar tarih sahnesinden çekildiğinde ancak geriye kalan yazılı eserler ve görsel sanat ürünleri üzerine çalışmalarını yürüten bazı insanlar tarafından bilinebiliyor. Bu düşünceyle  ürettiğim mozaik portrelerde, Troya savaşı ile ilgili metinler ve vazo ressamlarının Troya savaşı ile ilgili ele aldığı konular arasındaki paralellikten yararlanmaya çalıştım.  Portreleri Troya savaşının başlangıcından sonuna kadar hikaye akışına göre ürettim ve sergiyi bu akışa göre düzenledim.

Son aşamada ise “Söz” olmadan yapılan çalışmanın  anlaşılması güç olduğu için gelen ziyaretçilere onların beklentileri doğrultusunda  Troya Savaşı ile ilgili anlatıları Homeros’un ilmek ilmek işlediği karakterler üzerinden başından sonuna kadar mozaik portreler üzerinden anlatmaya çalışıyorum.

On iki yıllık süreçte gelinen nokta Rhapsodos – Mozaik Portrelerde “Bir Troya Masalı”

Bana inanarak destek olanlara sevgi ve minnetle…

*Krala Veda, Pierre Schoendoerffer, çev. Özdemir İnce, Can Yayınları, 1990, s. 50
** Erich Fromm, Sevme Sanatı, s. 30 (çeviren ve yayınevi notlarını almamışım.)
*** Varoluşsal Psikoterapi, Irwın Yalom, çev. Zeliha iyidoğan Babayiğit ,Kabalcı Yayınevi, 1999 s. 441
**** a.g.e., s.255
*****İlyada, Homeros, Çev. Azra Erhat- A.Kadir, Can Yayınları,2005, 18. Bölüm, 80

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir